Birilerinin bir şeylerden anlaması gerektiği konusunda karar verilmiş ve hükmü kesinleşmiş bir düşüncem yok henüz. Rahatta bekleyebilirsiniz, şimdilik sular durgun. Hiç kimsenin bir şeyden anlamıyor olması pek bir şey değiştirmeyecek, birilerinin anlıyor olması da bizi uzaya götürmeyecek. Gerçi bu pek doğru değil, birileri bir şeylerden anlarsa uzaya gidebiliriz. Şöyle desek: kişisel uzayımıza birileri bir şeylerden anlayınca gidemeyeceğiz. Bir şey değişmeyecek, ama zaman öylesine kandıracak ki kıvrımlarımızı her şey her an değişiyormuş gibi gelecek. Öyle çok anlara bölünmüş bir mükemmel zamanlama olmaz tabi, ama böyle sevecen ve masum bir bebek çıkabilir yanaklarınızdan. Vay be dersiniz. Sonra her şeyin değişebildiğine inandığınızda bir an kendinizi kandırıp kandırmadığınızı düşünebilirsiniz. Kesin hüküm içeren cümleler kurmadıkça ikna edici bile olabilirsiniz. Girdik yine bir döngüye, gerçi ben bunlara döngü mü diyordum bir bakmam lazım. Kendime bakınca başı ağrıyan bir geyik görüyorum, ufaktan boynuzlarımı kırmaya çalışıp sonra da yara bere içinde kalıyorum. Biraz sonra da kendinizi her konuda her zaman kandırabileceğinizi düşünüp gerçeklik ya da doğruluk gibi yüce kavramlardan şüphe edeceğinizi söyleyebilirim. Şimdi ben bunu söylemiş mi oldum? Bir şeye inanmak için onu düşünmek gerekir mi, yoksa düşünmeden de inanabilir miyiz? Bunlar soru değil bu arada, alnıma küçük notlar yapıştırıyorum. Ama diyeceksiniz ki bir şeyler de var ya, o kadar da hiçbir şeyin olmaması olamaz. Ne kadar olabilir? Mesela sabah uyanıp işe gittiğinizde ya da akşam bir masada sarhoş olup dayak yediğinizde gerçekliği görebilir misiniz? Gerçeklik orada mıydın diye seslenip gerçeklerle alay edecek kadar da sert ve mertim. Bunlarda denmek isteyenin anlaşıldığını düşünmüyorum ama öyle olsun istiyorum. Hem anlaşılmayı isteyip hem de anlaşılmaz olmaya çalışmak merakı sadece bir edebiyat akımı olamaz. Mesela bu olabilir. Sonra ben olabilirim. Böyle durumlarda yok artık deyip susarım, size de tavsiye ederim ama uygulamanızı da istemem. Kesin hüküm daha verilmedi. Susunca da pek bir şey değişmediğinden o içinizdeki son bulmayan değişim ihtiyacı ve durdurulamaz ileriye gidiş isteğinizle böyle anlamlı bir şeymişçesine boncuk boncuk bakıp duracaksınız zerresinden bile haberinizin olmadığı gökyüzüne. Gerisini zerresine kadar biliyorsunuz nasıl olsa, insan bilmez mi kendisini, o kadar da şaşırma. Nasıl olsa birileri bir şeyler dedi gökyüzüyle ilgili. Nasıl olsa olanlar oldukları şekliyle devam ederken biz de bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz. Hiçbir şeye lüzum yokmuşçasına ermiş bir edayla kendinizi gerçekleştirdiğinize inanıp birey olduğunuzu düşüneceksiniz. Biraz sonrasında da size derdini anlatan birine karşı içten içe gülümseyip bu da dert mi diyeceksiniz. Hem müthiş hem de berbat olacaksınız. Olabilir zaten ona sözüm yok. Ama olamaz gibi de sanki hepsi saçmalık. Yok canım en dertli ben değilim. Şimdi basit bir konuya gelelim. İki ihtimal var: ya dünyada en dertli biri var, ya da dertlilik bakımından herkesi karşılaştırmak mümkün değil. Bunu anlatırım o sorun değil de her şeyi de devletten beklemeyelim, bazı şeyleri bana da sorabilirsiniz. Sorun insanların her zaman karşılarındakinden daha dertli biri olabileceğini ve insanları dert sıralamasında her zaman karşılaştırabileceklerini aynı anda düşünmeleri. İki düşünce bir beyinde aynı anda durabilir mi? Çelişmezlerse evet. Yok ya kafamda üçgen olan bir dikdörtgen var aslında. Ama ne yalan söyleyeyim yok da gibi, böyle bir resmedememe hali de var. Normal mi normal. Peki bir düşünce üzerine düşünebilir mi insan o düşüncenin içeriği hakkında uyuyakalmadan? Neden kafasını kırsın ki oturduğu koltuktan belli bir verileni uygulamaya çalışan bir insan? Eğer arkasına yaslanmaya çalışırken koltuğu hafif ucundan kaldırıp dengesini kaybederek arka masaya çarpıyorsa kafasını kırabilir. Demek istediğim o ki, ben soruyu gerçekten tam sorduğum şekliyle sordum, siz ise niyetimi okudunuz. Doğru da yaptınız ama ne bakımdan doğru yaptığınızı söylemeyerek kesin hükmü geciktireceğim. Bu sonuncusunu demesiydim fena olmazdı, şimdi dört duvar arasında tıkılıp kaldım. Aman efendim neler neler, vallahi ilginçti. Her şeyin cevabı bende saklı, ilaç gibi gelir zehir gibi giderim. Oysa çok da bir beklentim yoktu kendimden, sadece her şeyi bilmek biraz da tanrı kompleksi istedim. Hala ister miyim? Bu soru. Cevabı gelince kesin hüküm açıklanır. Sorun mu orası tartışılır. Gelgelelim psikolojinin temellerinin ne kadar sağlam olduğu malum. O kadar sağlam ki gece gündüz ad bulup durabiliriz. Hastalıklar el ele vermiş dolaşıyorlar sözlüklerimizde henüz yazılmamış hallerimizle. Ölümü nasıl durdururuz? En güzel ve en doğru adı bulup, onu en güzel ve en doğru cümle içinde kullandığımızda. Biraz da olduğum gibi olmak istediğimden böyleyim aslında, derin bir sebep aramaya gerek yok. Hem kendini en saf şekilde ifade edip hem de mantık aramak nasıl bir hastalık? Bir ad koyabilirim. Sonra onu bulurum bir yerlerde saklambaç oynayan bir evrenin her bir köşesinde. Adı olan vardır gibi bir şey de demek ister miyim? İsteyebilirim. Neyse bu konudan da sıkıldım. Aynadakinin yüzü suyu hürmetine sakladığım birkaç günlük sabrımın sonuna geldiğimi az önce ayna karşısında aynadakiyle paylaştım. Şaşırtıcı bir şekilde cevap da aldım, hafif ses tonumu kalınlaştırmam yeterli oldu. O da hafif ses tonunu inceltince kendime geldim. Kendime geldim en bariz olan anlamıyla kendime geldim olan kendime geldim olarak kullanıldı az önce. Derinlik desen bir kaşık suda boğulacaklar bizde adım atar. Atlıkarıncayı küçüklüğümden beri sevemedim. Şimdi tam belimden yakaladım sesimi, işler değişiyor, yaşamlar hep işler güçler. Duvarlar bugün daha beyaz gibi, seviniyorum. Bir de hafif bir esinti var, sıcak eskisi gibi bunaltmıyor. Havadan sudan muhabbetler ile yeni bir yaşımızı daha kutlayalım. Bugün epey yol gittim de kuyruğumun sancısından bacaklarımı biraz dolaba kaldırdım. Ellerim ise her zamanki gibi zarafetin iki harikası, Temmuz’un kaç gün sürdüğünü yine parmaklarımdan hesapladım. Parmak demek tam doğru olmasa da anlaşılmış olmalı. O yüzden öyle adları filan değiştirip kavramlara cetvelle girişerek yeni kıtalar oluşturamazsınız. Üç günlük dünyada dört mevsimlik bir coğrafyada kışı uykusuz yazı umutsuz geçiren bir telaşlı karınca olamazsınız. Bugün yine de şükürler olsun hafif esiyor kafam. Yaşamak için yeterli, Sisifos falan abesle iştigal etmeye gerek yok.
Discussion about this post
No posts
